Merhaba, sevgili blog okuyucularım! Bugün sizlerle biraz enteresan, biraz komik ve biraz da düşündürücü bir konuyu masaya yatıracağız: Arzu dul bayan! Evet, doğru duydunuz. Arzu hanımın hayatı, aşkları ve tabii ki elmanın peşinde koşan bağlarımız!
Öncelikle, "dul bayan" nedir, ne değildir, bu kelimeyi biraz açalım. Duyduğunuzda aklınıza hemen "işte bir dul hanım, efsanevi bir karakter!" mi geliyor? Evet, toplumumuzda "dul bayan" deyince gözümüzün önünde beliren profil, genellikle elinde çay, kafasında bir örtü ve kalbinde bir derin hüzünle dolu! Ama inanın bana, Arzu dul bayan tabiri caizse, bu klişelerin biraz dışına çıkıyor!
Arzu dul bayan, 35 yaşında, şehrin göbeğinde yaşayan, kitap kulüplerine katılan ve kahve içmeyi hayat felsefesi haline getiren modern bir kadın! Evet, kendisi bir düşünce kahramanı, katıldığı her sohbetin adeta "söyleşi kraliçesi"! Ama unutmayın, hayatında büyük bir kayıp yaşamış olması, Arzu’yu daha da güçlü yapıyor. Yani bırakın o kahve saatlerinde hüzünle ilgili konuşan sohbetsiz düdükleri! Arzu, kahvesini yudumlayarak "Hayat, kara mizah gibi bir şeydir" diyor.
Peki, Arzu’nun hayat hikayesinin en çarpıcı olan yanı ne? Tabi ki, canım ülkemizin en "pahalı" elmasını almak için karşılaştığı maceralar! Hani şu “dünyanın en pahalı elmasını almak için yola çıkan kadın” hikayesi, işte Arzu şu an tam o noktada!
Bir sabah Arzu, kahvaltıda elma yemeye karar verir. Fakat mutfakta açtığı dolabının köşesinde gördüğü o harika elmadan ilham alır. Bu elma öyle bir şeydir ki, tüm bilgileri içinde barındırır, aşkın sırlarını açıklar, hatta belki bir tık ilerisi, bir gün evimin kirasını da ödeyecek! Hemen elmanın peşine düşmeye karar verir.
Ama Arzu, elma satın almanın sadece parasal bir boyutu olmadığına kısa sürede karar verir. Hatta “Kimi insanlar elmanın sertliğini, kimi de tatlılığını sever; nesneye bağlı aşk hikayeleri nasıl da absürt!" der. Kendi iç sesini duyduğu an, Arzu'nun bu yolculuğu sadece bir meyve arayışından ibaret olmayacaktır. Aynı zamanda kendisini bulma yolculuğuna dönüşecektir.
Arzu, elmanın peşinden gitmekle kalmaz, bir de aşk hayatına atılır. Sonuçta bir süre sonra, "hüzün eklenmeden komedi yazılmaz" diye düşünür! İlk randevusunda bir başka dul bey olan Ferhat ile karşılaşır. Ferhat, oturdukları kafede “En güzel elma benimdir!” der. Hemen "Metafor mu kullandı, yoksa can kulağıyla gerçekten elma mı dedi?" diye düşünen Arzu, içten içe bir gülümseme yaşar.
Ancak kötü bir gülümseme! Çünkü Arzu, Ferhat’ın sadece elması üzerine yaptığı yorumların peşinde koştuğunu fark eder! Ve işte o an bir karar verir; "Ben elmanın peşinde, o ise sadece koca peşinde!" Ardından ilk randevuda hayatının en komik ve utanç verici anını yaşar. "Ben köyümde elmalara tapıyorum," dedikten sonra Ferhat’ın gülerek şu cevabı vermesiyle o an bitip tükenir: “O zaman ben de kırlangıç gibi uçup gideyim!"
İşte böyle tuhaf başarılı bir flört deneyi! Arzu, bir zaman diliminde hem elmayı, hem de asıl aradığı insanı bulmanın yollarını keşfetmeye çalışırken, kendini bir komedinin ortasında bulur.
Arzu’nun hikayesi bize bir şeyi net bir şekilde gösteriyor; hayat ne kadar absürt olursa olsun, gülmeyi ve gülümsemeyi asla unutmamalıyız! Aşkı da, kayıpları da, hatta elmayı da kucaklamalıyız. Dul olmak, aslında dünyanın en güzel elmasına ulaşmanın ilk adımı olabilir. Arzu, sonuçta sadece bir ‘dul bayan’ değil, aynı zamanda bir kahramandır!
Bütün bu garip ama eğlenceli hikayeden çıkarılacak ders ne? Belki de yaşam, bazen bir kaçış, bazen bir tutku ve belki de en önemlisi, elmalarla dolu bir yolculuk! Unutmayın, dostlar! Hayatın tadını çıkarın, Arzu gibi gülün, elmalı tarçınlı keki deneyin ve tabii ki, elmanın peşinde asla yalnız yürümeyin!
Evet, bitti mi? Hayır, bu sadece başlangıç! Arzu'nun hayatı gibi, bizim de maceramız burada bitmez. Alın elmalarınızı (ya da en azından bir kahve), kahve sohbetinde görüşmek üzere! 🍏☕✨